29 Mayıs 2010 Cumartesi

Ballhaus Naunynstraße

Şehre daha yeni gelmişken, hakkında bir şey bilmeden, öylesine bir belgesel festivali dolayısıyla gittiğim Ballhaus'un barında Berlin'in güzel sürprizlerinden birini yaşayınca - Birol! - mekândan pek uzak kalamayacağımı anlamıştım. :)
Meğerse burası ikinci ve üçüncü jenerasyondan sanat tayfasının outlet'i gibi bir yermiş. Nitekim geçen aylarda hem çeşitli aktivitelerini (film, dans, parti) takip ettim hem de ara ara barlarında Efes içtim.
Ama işin benim açımdan en hoş tarafı düzenlediğim workshop'a evsahipliği yapmaları oldu. Hem Kreuzberg'in ortasındaydık hem de yaptık. Zıt kutuplar birleşti! :)

28 Mayıs 2010 Cuma

Erdnüsse

Bu entry'yi aslında Paris'teyken yazmalıydım, çünkü oradaki temel çerezim cacahuete'ti. Her barda ısmarlamaya gerek kalmadan içkinin yanında bedavadan verirlerdi ve takdirimi toplarlardı.
Berlin'de o kadar yaygın olmamasına karşın denk gelirse yer fıstığını içkiye meze yapmayı seviyorum. Kabul çok yağlı, çok tuzlu bir şey ama bir yandan da leziz işte.
Bir de aklıma ben (biz) çocukken, herhalde daha 90'lar başlamamışken çıkan o komik çerez/cips/patlak karışımı şeyler geliyor. Adını bir türlü hatırlayamıyorum ama sanki bu tadın nostaljik bir yanı var..

27 Mayıs 2010 Perşembe

Âdab-ı Muaşeret

Söz konusu nezâket, karşındakine ne söylenir ne söylenmez, insan içindeyken ne yapılır ne yapılmaz gibi analizlere girince insanın gözüne muhakkak kültürel farklar çarpıyor.
Mesela benim ilk fark ettiğim, kimsenin burun silmeye dair çekince duymadığı olmuştu. Sokakta, markette, U-Bahn'da birdenbire yanınızda yeri göğü birbirine katarak burnunu silen biriyle neye uğradığınızı şaşırabiliyorsunuz..
Karşı tarafa gülümsemenin, nazik ve iyi davranmanın kural olduğu yerlerden gelenler içinse en ilginci insanların doğrudan, "kötü görünüyorsun", "hastasın herhalde", "bu bluz hiç olmamış" gibi dürüst tespitler yapabilmesi ve bunun hiç de ayıp olmaması.
O yüzden birinin herhangi bir konuda fikrini sormadan önce iyi düşünmek gerek. Hayalleriniz yıkılabilir..

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Admiralbrücke

Havalar ısındıkça (çok şükür!) şehir daha kalabalık görünmeye başlıyor. Herkes sokaklarda yürüyor, yiyor, içiyor. Hem bütün kafeler barlar kapıların önlerine taşmış vaziyette hem de bütün kaldırımlar, köprüler, sokaklar birasını kapıp gelmiş kalabalıklarla dolu.
Kanımca yıldızların altında demlenmek için en güzel mekân Kreuzberg'deki Admiralbrücke. Trafiğe acil durumlar dışında kapalı olan köprünün üstüne herkes "piknik sepeti" ve müzik aletleriyle gelip yerleşiyor ve uzun uzun takılıyor. Bazen oturacak yer bulmak zor olsa ve bazı beceriksizler için tuvalet bir eziyetse de nefis bir ambiyans. Bana biraz Pont des Arts'ı hatırlatıyor. Ah Paris..

25 Mayıs 2010 Salı

Spätkauf

Almanya'da çok önemli bir müesseseden söz ediyoruz, dikkat.. Daha önce de söylediğim gibi memlekette tatil bol, dükkânların açılış kapanış saatleri bizim oralar gibi sonsuz sınırsız değil. Dolayısıyla, nöbetçi bakkallara ihtiyaç var. Gecenin köründe içki sigara, bir tatil günü süt, ya da sabaha karşı eve dönerken kahve almak için birebir..
Şimdiye kadar bana denk gelenlerde olmayan Almancamla kıvranmama hiç gerek kalmadı, çoğunlukla adamları şaşırtarak kolay gelsin diye lafa giriverdim. Düşünüyorum da mevhumun mucidi bizimkiler olabilir aslında..
Ama asıl birebir çevirisi "late shopping" olduğu için ne zaman bir spätkauf görsem aklıma 112 Rogers'ın buzdolabını sabahları açtığımda gördüğüm "bolluk" geliyor. Not a very good idea to be a "late shopper" :)



24 Mayıs 2010 Pazartesi

Karneval der Kulturen

Bir seneliğine burada olan bütün arkadaşlar arasında durmadan aynı şey konuşulur olmaya başladı. Evet, yaz geldikçe Berlin güzelleşiyor, yapılacak şey artıyor, hayat daha keyifli hale geliyor. Bütün bunların giderayak olması biraz moral bozucu tabii, ama elden geldiğince tadını çıkarmaya bakıyoruz..
Mesela bu haftasonu büyük ölçüde sokaklarda müzik dinleyerek, dans ederek ve envai çeşit yiyecek ve içecek alternatifinin ortasında nasıl yapsam da abartmasam diyerek geçti. Zira, başlıktan da anlaşılacağı gibi bu hafta Cuma'dan Pazar'a "kültürler karnavalı" vardı.
Orijinalini görmüşlüğüm yok ama bütün gün boyunca süren şarkılı, türkülü, danslı parade ("resmigeçit" demek ne kadar da ciddileştiyor mevzuyu!) sayesinde hafif bir Rio havası aldım sanki..

23 Mayıs 2010 Pazar

Gotan Project

Berlin'de olmanın avantajlarından biri, çok da uzun olamayan bir zaman dilimi içinde aklınıza gelebilecek her grubun bir şekilde turnede olması. Üstelik bilet fiyatları gayet makul..
Sanırım hemen geldiğim hafta Tori Amos konseri olduğunu fark edip, tabii ki biletler çoktan tükenmiş olduğu için önceden planlamadığıma hayıflanmıştım - kezâ Rufus Wainright.. O yüzden sabaha karşı garip bir metro istasyonundaki afişten Patti Smith'in Temmuz'da geleceğini öğrenince, bir an bile düşünmeden bilet(ler)imi aldım.
Zamanında çıplak ayaklar sayesinde keşfettiğim ve dönem dönem saplantı halinde dinlediğim Gotan Project de nadide Berlin ganimetlerimden oldu.
Buenos Aires, Argentina..

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Cuma Pazarı - Kreuzberg

Farkındayım, Berlin'de uzun uzun aylarım genellikle evde ya da ofiste, bilgisayar karşısında geçti. Hem hava muhalefeti yüzünden hem de bitmez tükenmez işlerin yarattığı vicdan muhasebesiyle, şehirde avarelik, teyyarelik edebilmem ancak eş dost ziyaretleri sayesinde oldu desem yeridir. Fakat bu hafta bağımsızlığımı ilan ederek kendimi sokaklara attım - tamam biraz abartıyorum.. :)
Ama dün, geldiğimden beri kaç kere gitsem de görsem dediğim Kreuzberg pazarında, zamanında evimin karşısında kurulan Salı/Cuma pazarındaymışım gibi haşlanmış mısır dişleye dişleye dolanırken niye bu kadar geciktim diye kızdım kendime.. Gerçi pazarın en ufak bir orijinalitesi yok. Çığırtkan satıcılı, ittiren (hele de pazar arabasıyla dürttüren) teyzeli, pazarlıksız alışveriş yapmanın enayilik sayıldığı, bildiğiniz pazar işte.. Esas mesele de bu galiba: gurbette memleketten daha memleket bir his yaratabiliyor bu Kreuzberg ahalisi..

21 Mayıs 2010 Cuma

museum der dinge

Berlin'de turist/ziyaretçi olmak diğer şehirlerdekinden biraz farklı bir deneyim. Şehrin dokusu, duygusu diğer birçok Avrupa başkentine nazaran çok daha "yeni" ve "modern"; dolayısıyla birçok açıdan yenilikçi denilebilecek touristic attraction var.
Müzeler de bunun parçası elbette. Daha önce Jüdisches Museum'dan ne kadar etkilendiğimden kısacık bahsetmiştim. "Şey Müzesi" de yıllardır bir sürü farklı şehirde gittiğim çeşit çeşit müzeden epeyce farklıydı. Farklı dönemlerden, farklı amaçlar için kullanılmış, kimi zarif, kimi el emeği göz nuru, kimi alenen kitsch dünya kadar şeyi bir araya toplamışlar.
Görünürde bir aşk hikâyesi yok ama ben yine de Masumiyet Müzesi'ni düşünmeden edemedim..

20 Mayıs 2010 Perşembe

Crellestraße

İnsan yabancısı olduğu bir şehirde zamanla bir sürü şeyi öğrense ve ilk zamanlardaki acemiliği ufak ufak gitse de bazı şeyleri keşfetmekte ne kadar da geç kaldığına şaşıyor.
Evvelsi gün eve dönerken, biraz ağır yediğimi düşünüp yürümeye karar verdim. Neticede metroyla 3-4 duraklık, yani yaya olarak yarım saatlik filan kısa bir mesafe.. Artık bisikletle şehri turladığım için yol bulma, kaybolma filan gibi tasalarım büyük ölçüde ortadan kalktığı için de pek gurur duydum kendimle..
Ama yürüyüş esnasında bisiklet yolumu takip etmekten vazgeçip daha güzel görünen ara sokaklara daldım. Kafamdaki kabataslak haritayla çok zorlanmadan ilerlerken, evime sadece 3 dk. mesafede barlar sokağı yakıştırmasına kesinlikle layık, son derece sevimli bir Straße olduğunu fark ettim. Evet, şehirdeki sekizinci ayımı tamamlarken!
Geç olsun da güç olmasın da denilebilir ama yabancılık zor zenaat..

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Mit dem ist nicht gut Kirschen essen

Şüphesiz yeni bir dil öğrenmenin en keyifli taraflarından biri insanın hiç alışkın olmadığı ifadelerle, benzetmelerle, metaforlarla karşılaşması.
Dün mesela şahane bir deyim öğrendim: “Onunla kiraz yenmez!” Anlaşması zor insanlar için söyleniyormuş. Anlaşabildiklerinizi de kiraza davet ediyormuşsunuz. Özünde kiraz denen meyve paylaşım filan gibi imalar içermediği için pek kafamda oturtamadım.
Meğerse konu son derece maddiymiş: Ortaçağ’da kiraz pek nadir bir meyve olduğu için ancak pek zenginlerin özel bahçelerinde yetişiyormuş ve bu lüksten mahrum olanlar için kiraz bahçesi olanların evine davet edilmek büyük ayrıcalıkmış. Eh, onlar da tabii kirazı kimle yiyecekleri konusunda seçiciymişler..
Ah şu Protestan ahlâkı! Halbuki ben Sait Faik’i düşünmüş, bir an için Burgaz’a gitmiştim:
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu..

18 Mayıs 2010 Salı

Gottlob

Bizim muhitin Berlin'in en hareketli yeri olmadığı aşikâr, ama yine de kendi çapında ufak tefek kafeleri barları da var. Genellikle hepsi Akazienstraße'de dizili bu yerlerin en popüleri herhalde gottlob olsa gerek.
Ilıman denilebilecek bir Ekim günü ilk olarak keşfettiğim gibi, bütün civardaki en güzel güneş alan köşelerden birini kapmış olduğu, bir de manzara kabilinden karşısında büyücek bir kilise bulunduğu için gündüz saatlerinde kedileşmek için biçilmiş kaftan.
Gerçi bugünlerde Berlin’de güneşi kim kaybetmiş de ben bulayım o ayrı..

13 Mayıs 2010 Perşembe

Himmelfahrt

Kirsten'in hafif çatlak köpeği Cupcake Pazartesi ofisimizde mide fesadı geçirip, duyduğum kadarıyla ortalığı batırdığı için Salı günü işi kırmış, Perşembe giderim diye düşünmüştüm. Meğerse bugün de resmi tatilmiş: Himmelfahrt. Türkçesinin pek bilimkurgu çağrışımları olsa da ("göğe seyahat") tahmin edebileceğiniz gibi mesele gayet dini..
Zaten geldiğimden beri müteaddid kereler fark ettiğim üzere Almanya'da laiklik dedikleri enikonu Hıristiyan bir kimlik. Bütün bayram seyran günlerinin (arifesi ve ertesi de dahil) resmi tatil olması bir yana, kilise bu günlerde tüm esnafın kepenk kapatmasını şart koşuyor. Yani isteyen istediği gibi yaşasın dinini dinsizliğini elbette ama, sanki iki bin yıl sonra abinin arkasından su mu dökücek bizim fırıncı? Niye ben ekmeksiz kalıyorum anlamadım ki!

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Mevsim normalleri?

Kışın herkes mütemadiyen şikayet ederken Berlin'in soğuk ya da gri olmasını mesele etmiyordum. Neticede başka türlüsünü beklemek fazla iyimserlikti bence. Dolayısıyla epey uzun ve tirtirtir bir kışı, bol seyahat etmenin verdiği ferahlamanın da katkısıyla, hiç mızmızlanmadan geçirdim diyebilirim.
Ama şimdi, Mayıs'ın ortası gelmişken, hâlâ paltolarımın ve çizmelerimin el altında ve kullanımda olması azıcık canımı sıkmıyor desem yalan.. Kış bitti diye ateşler yakıldı, günler pek güzel uzadı, kiraz çiçekleri açtı. Artık şu sıcaklar da bastırsa hiç fena olmayacak..

11 Mayıs 2010 Salı

White Russian

Kült film Big Lebowski'den beri aklımdadır White Russian, malum başkahraman Dude bardak bardak yuvarlayıp durur bu sütlü kahve kıvamındaki içkiden.
İlk defa tuulia'yla gittiğimiz vakit Würgeengel'de denedim. Kimi cool arkadaşlar için biraz fazla tatlı ya da sütlü kaçsa da neticede votka bazlı bir içki olduğundan benim için gayet kararında bir alkol-şeker dengesi..
Şimdiye kadar birkaç ayrı yerde içtim, ama Salut'deki barmen "kremalı mı sütlü mü?" sorusuna süt cevabını alınca, "oo, à la Lebowski" diye tepki verdiği için en esaslısının orada olduğuna inanmak istiyorum..

6 Mayıs 2010 Perşembe

Godot

Prenzlauer Berg'de pek sevdiğim sokak Kastanienallee'den söz etmiştim daha önce. İsmi mi cazip geldi yoksa içeride sigara içilebiliyor oluşu mu bilmiyorum, civarı turladığım ilk seferden müdavimi olunacak bir yer gibi geldi Godot. Nitekim ne zaman o taraflara gitsem uğramayı ihmal etmiyorum.
Alternatifi bol bir kokteyl bar olmasının yanısıra, tapasvari yemekleri, acısı biraz fazla da olsa kocaman bir sepetle getirdikleri nachosları, epey leziz käsekuchenleri var. Ha, bir de sanırım Berlin'de yaygın da olsa ilk gördüğümde epey şaşırdığım dipnotlu menülerini unutmamalı (kafein, glükoz, et, vs. vardır içinde diye uyarıyorlar).
Güneşli haftasonları keyifli bir bekleyiş için biçilmiş kaftan..


5 Mayıs 2010 Çarşamba

Schöneberg

Fark ettim ki birkaç yazıda nerede oturduğumdan bahsetmişsem de Berlin'deki kiez'ime dair pek tafsilatlı bilgi vermemişim. Efendim, güzel dağ manasına gelen mahallemin ismi biraz aldatmacalı, zira ne enikonu güzel bir yer ne de yanında yakınında bir yükselti var. Ama isim güzel, geçelim..
Berlin'in merkezi enine bir dikdörtgen gibi düşünülürse zamanında duvarın batısında kalan Schöneberg'in coğrafi yerleşimi, altkenarın ortaları gibi düşünülebilir. Merkez merkez bir yer denilemez o açıdan, ama kendi çapında takılınası mekânları da eksik değil.
Schöneberg'in tam ortasından geçen Hauptstraße'nin sağ tarafı görece alt sınıf ve göçmen bölgesi. Yolun karşısında da tam tersine bebekli cici bici çiftler ve pek bakımlı gayler yaşıyor gibi görünüyor -- evet burada bekâr kadınların işi biraz zor :p.
Yeni öğrendiğim hoş sürpriz, bir zamanlar Iggy Pop ve David Bowie'nin Hauptstraße 155 numarada, yani bana 5 dk. mesafede yaşamış olması!

4 Mayıs 2010 Salı

d'jane marsmädchen

tuulia'yla Berlin'in en cool dj kadınlarıyla tanıştığımızı düşünüyorduk aslında, Möbel-Olfe'de 70'lerden İtalyanca şarkılar çalan o iki süper tipi gördükten sonra. Onları bir daha dinlemek mümkün olur mu bilmiyorum ama neyse ki başkaları da varmış..
Myfest dolayısıyla Kreuzberg'de dolanıp her köşede farklı müziklere kulak kabartırken SO36'nın önüne gelince durdum, zira somebody to love çalıyordu ve dj kız şarkıya hem eşlik edip hem zıp zıp zıplıyordu.
Zaten d'jane "sahnede" o kadar aktifti ki sanki konser dinliyoruz gibi bir ruh hasıl oldu. Galiba o da öyle hissetti ki programın sonunda stage diving olayına bile girdi! :)

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Quark

Madem laf bi kere kahvaltıdan açıldı, bunu da yazmadan olmaz. Ozan'ın haklı olarak "bu quark da nedir allaasen?" diye tanımlama zorluğu yaşadığı, sözlüklerin bir çeşit az mayalanmış/taze Alman peynir türü - ve hatta cheese cake'in hammadesi - diye tanımladığı şey bana sorarsanız düpedüz süzme yoğurt! (Bu "bilgiyi" de sizinle paylaştığım için pek gururluyum! :p).
Belki de bu kadar tuzsuz, hatta yağsız, bir şey nasıl peynir olabilir idrak edemediğim için benim de kafamda bir ucube olmayı sürdürse de, itiraf etmem gerekir ki son haftalarda en sevdiğim kahvaltı menüsü quark+reçel!

2 Mayıs 2010 Pazar

Café BilderBuch

Her Cumartesi yogaya giderken muhakkak önünden geçerken içeriden gelen piyano seslerine kulak kabarttığım bu güzel kafeye ilk Fulyacımla gittik sanırım. Sonra da değişmez brunch mekânıma dönüştü. Menünün neredeyse tamamı isimlerini masallardan alan (mesela Hänsel und Gretel) kahvaltı tabaklarından oluştuğu ve servis bütün gün devam ettiği için her saatte gitmek mümkün.
New York usulü bloody mary'li brunch burada mümkün mü bilmiyorum ama geçen hafta yeni açılan bahçelerinde prosecco eşliğinde usul usul yazı yazmak nefis oldu..

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Erster Mai - Nazifrei

Ne acayip, niye yaşadığım bütün şehirlerde 1 Mayıs kutlamadan çok çatışma anlamına geliyor? İronik biçimde Berlin'de durum İstanbul'dakinin tam tersi. Burada meydanlara çıkmak mesele değil, bilâkis herkesin çıkma hakkı var. Ve sorun da bu..
(Neo)Naziler de yürüyüş yapmak istiyor ve antifaşistler onların sokağa çıkmasını engellemeye çalışıyor. İki grup arasındaki çatışmalar bir yana, polis "vatandaşlık hakları" adına Nazileri koruyor, savunuyor ve tabii dayağı yiyen yine sen ben bizim oğlan oluyor.
Yani hep aynı hikâye..