30 Kasım 2009 Pazartesi

yogazentrum akazienhof

Zavallı dizlerim dört haftalık bir nekahat evresinden sonra yavaş yavaş üstlerindeki dev kabuklardan kurtulup, alttan pembe pembe deriler görünmeye başlayınca artık hasret kaldığım yoga derslerine dönebilirim diye düşündüm.
Bir Cumartesi sabahı klasiği olarak Susanne ve Maike'yle evden çıktık, birikmiş şişeleri recycle çöpüne attık, evimize çok yakın olan yogazentrum akazienhof'ta şen şakrak öğretmenimiz Ute sayesinde bir güzel esnedik, uzadık. Cumartesi sabahı bunca iş yapmanın mükafatı olarak da double eye'da şahane birer kahve eşliğinde sigara içtik.
Haftasonuna harika bir başlangıç!

29 Kasım 2009 Pazar

das SO36

ZMO'dan kafa bir arkadaş hararetle Cumartesi bir partiye gitmemi önerdi: das SO36 diye meşhur bir Kreuzberg klübünde her ayın son Cumartesi gecesi yapılan gay-oryantal partisi!
Güzel tesadüf, Ani de bu haftasonu için Berliner olduğundan bu fırsatı birlikte değerlendirebildik. Gayet güzel sallandık, kıvırdık, kurtlarımızı döktük. Ortamdaki bir çok insana nazaran süper dans ettiğimiz aşikârdı. Yalnız Hasan sahneye çıkıp her bir tarafını tir tir titretince, Ani derhal oryantal dersleri almamız gerektiğine kanaat getirdi. Göbekli göbekli adamlar böyle döktürürken, onlardan aşağı kalmak cidden yakışık almıyor canım! :)

28 Kasım 2009 Cumartesi

Ev hissi

Kasım ayını o kadar şehir dışında geçirdim ki (bir hafta İstanbul, iki hafta New York) resmen Berlin'i, sokağımı, evimi özledim.
Topu topu bir tam ay yaşamış da olsam buradaki hayatıma, birtakım rutinlere, ev arkadaşıma alışmışım; ve bu hafta ortası eve döndüğümde ilginç bir huzur geldi üzerime. Hafiften de olsa bir ev hissi edindiğimi fark ettim.
Elimde olmayarak ve epey şuursuzca haddinden fazla yere gitmeyi planladığım için, 2010'a kadar bu gelgitler ve seferilik sürecek gibi görünüyor ama yine de insanın özlediği, dönmek istediği bir evi olması güzel!
(Resimdeki yaşadığım apartman - Feurigstr. 54. Cumba gibi görünen çıkıntının tam üstündeki cam naçizane odam oluyor...).

27 Kasım 2009 Cuma

Flammkuchen

Sanırım ilk Zuzu'yla takıldığımız günlerden birinde menüde bu başlığı görüp ne olduğunu merak etmiştim (gözümün önüne ateşli flambeler filan gelmişti), ama çok da kurcalamayıp basit bir şey yemiştim.
Dün akşam ZMO'dan arkadaşlarla yemek yerken birileri ne olduğunu tarif etmeye soyundu. Pizza gibi ama çok daha ince, çıtır bir şey deyip durdular. Benim de aklıma canım anneannemin, sonra da annemin yaptığı, yufka üstüne beyaz peynir, domates ve soğandan ibaret yalancı pizza geldi. Onlara bunu anlatamadım ama kafamda canlanan böyle bir şeydi işte.
Meğer kastettikleri alenen lahmacunmuş! Kıymadan başka her şeyle yapıyorlar ama özünde bariz lahmacun bu...

26 Kasım 2009 Perşembe

taswir

Utanılacak şey belki ama bugün ilk kez Berlin'de bir müzeye gittim. Martin Gropius Bau. İslam, modern, sanat, vs. üzerine pek şık bir sergiyi görmek üzere.
Böyle bir laf var mı emin değilim ama sergi biraz kürasyon harikasıydı. Küratör bizim enstitüye bağlı bir felsefeci olduğu için, her bir şeyin ıncık cıncık anlatıldığı, cidden tafsilatlı bir tura mazhar olduk (!).
Normal olarak hem güzel hem pek bir şeye benzemeyen işler vardı. Ama bence kadının her şeyi anlatmak mecburiyetinde hissetmesi içler acısıydı. Görsel sanat kendi başına bir şey söyleyemiyorsa ve illâ birinin sözle, yazıyla meramını anlatmasına muhtaçsa, bu cidden bir başarısızlık hikâyesi değil mi?...

25 Kasım 2009 Çarşamba

Angebot

Berlin'in gayet ucuz olduğunun geldiğimden beri farkındayım. Zaten herkes de söyleyip duruyordu. Ama Amerika dönüşü sanırım fiyatlar daha da bir nimet gibi göründü.
Ayakkabı, elektronik ve second hand konusunda tabii ki New York'un eline su dökemez (zaten bu tip gerekli alışverişlerimizi mezkur mekânda gururla yapmış bulunuyoruz :). Ama dışarı çıkmak, yemek içmek, toplu taşıma filan gibi hususlarda Berlin gerçekten çok çok user friendly.
Sanırım bunu hissediverip, bugün hemen gelir gelmez, gönül rahatlığıyla üç saat içerisinde üç farklı mekânda takıldım. Yedim, içtim, okudum. Gel keyfim gel yani... :)

14 Kasım 2009 Cumartesi

Kreuztanbul

Berlin'de İstanbul'u aratmayacak bir süre aktivite oluyor. Konserler, belgeseller, konferanslar. Tabii ki neredeyse bütün aktiviteler Kreuzberg'de cereyan ediyor. Fatih Akın ve camiası epey İstanbul mecnunu olduğu için anlaşılabilir bir şey sanırım.
Yanlız işin fena tarafı ben bunların hepsini kaçırdım, kaçırıyorum. Viyana'ya gittim Ayben konseri oldu, İstanbul'a geldim Can'ın filmini gösterdiler, New York'tayken de bu adı süper sevimli Kreuztanbul festivalini kaçırıcam. Aralık'ta da bir şeyler güme gidecek ama seyahat takvimimi daha fazla düşünmek istemiyorum...
Acaba bu iki şehri buluşturamamla İstanbul'un bana küsmesinin ilgisi var mıdır? :)

13 Kasım 2009 Cuma

Berlin doktorlarına emanet...

Süper sağlık sigortamı kullanamayacağımı düşünüp bir yandan hayıflanır bir yandan böbürlenirken, Berlin'e üçüncü gelişimde ne yazık ki kendimi gayet hasta buldum. Sağa sola ufaktan sorunca bir arkadaş kendi allergologunu önerdi, gittim.
Hiç karşılaşmadığım garip soluma egzersizleri, ciğer analizleri, cilt testleri filan yaptılar. Kan alma konusunda pek başarılı olduklarını söyleyemem ama gayet nazik, dostane ve de ilgili insanlardı. Hoş, doktor İstanbul'daki dermatologun verdiği ilacın aynısını yazınca ve de ilaç işe yaramayınca yine tıp bilimine saygımı yitireyazmakta haklı olduğumu düşündüm. Neyse, bugün beni ikinci kez karşısında ve enikonu panik halde görünce daha ciddi bir mesele olduğuna kanaat getirdi ve en ciddisinden bir ilaç verdi :)
Neye alerjim var henüz belli değil. Yalnız ciltte yaptıkları denemeler çok hafif ölçüde kestane ağaçlarının polenlerine işaret etti. Off, umarım kestaneyi yasaklamazlar!

11 Kasım 2009 Çarşamba

Sonbahar

İstanbul'un ne kadar ağaçsız bir şehir olduğunu başka bir yere gidince anlıyor insan. Güz mevsiminin klişe edebi formülü "düşen yapraklar", şimdiye kadar gözümün önüne paraşütvari bir tempoda, yavaşça dalgalanan yaprakları getirirdi. Esas manasını Berlin'de anladım.
Gökten yağmur gibi yaprak iniyor, kaldırımları görünmez hale getiren, her zaman ıslak ve yumuşak (auchtung nazan!) bir katman peydâ oluyor. Çöpçülerin bunları kaldırmak için kullandıkları dev elektrik süpürgeleri var. Gürültülü, komik bir alet. Ama işleri hiç bitmiyor. Zaten Paris'te de fark etmiştim, Aralık'a doğru ağaçlar artık iyice soyunana kadar adamcağızların yegâne meşgalesi harb-i lacin.


10 Kasım 2009 Salı

Zeus Aşkına!

Berlin’i pek sevdim, pek övdüm. Şansımla, işlerin yolunda gitmesiyle pek fazla böbürlendim galiba. Mamimin kulağıma fısıldadığını duyar gibiydim aslında: “Evladım, sus söyleme, göze gelirsin.” Her zamanki gibi gülüp geçtim bu tavsiyeye. Ama neticede dört gözle beklediğim Istanbul tatilimin, anormal sıcaklığa da yansıyan cehennemi havasını herkes kem gözlere yordu.
Istanbul’un kıskanç tanrılarının, tanrıçalarının, meleklerinin gazabına uğradım belki de, Berlin’e methiye düzdüğüm için. Güzel şehrimin gönlünü nasıl almalı bilmem ki…

5 Kasım 2009 Perşembe

Bünye

Hep fark etmişimdir, bitirmem gereken bir şeyler varsa, iş güç fazlaysa, evden uzaktaysam, hasta olmuyorum. Komik ama, Yunanistan tatili dönüşü alerjik bir reaksiyon mudur nedir garip bir şekilde ellerimin boksör eldivenleri gibi şişmesi, tezin son chapter'ını tamamladıktan sonra hiç huyum olmadığı halde ateşlenmem, Londra dönüşü kurdeşen dökmem hep böyle örnekler.
Bu sabah da sanki yarın evde olacağımı beden zihinden önce biliyormuş gibi bademciklerim şiş uyandım. Birtakım bitki çayları filan içtim, maksat İstanbul'daki günlerim rezil olmasın. Sonra da C vitaminine ihtiyacım vardır diye koca bir bardak portakal suyu. Büyük hata!...
Birkaç aylık bir hikâye olduğu için içselleştiremediysem de narenciyeye yaklaştığım an saçma kaşıntılar ve kırmızılıklar hasıl oluyor. Nitekim oldu. Bütün öğleden sonrayı daral halinde geçirdim: Ya yine her tarafım kabarırsa, ya yine gözlerim kapanıverirse? :(
Kuzum K. meraklanmıştı, hastalansam acaba bakacak kimsem var mı diye. Acaba yalnızken hasta olmamayı beceriyorum da, hastabakıcı ihtimali bağışıklık sistemimi savunmasız mı bırakıyor?

4 Kasım 2009 Çarşamba

Birol Üneeeeel!

Ben mi şanslıyım Berlin mi süper kestiremedim. Tam Türkçe konuşan bir barmene ne biraları var diye sorarken bi baktım yanımda Birol Ünel! Amanın oldum. Ama tabii bi şey de yapamadım. O, evet O. Kafamı bi sağa bi sola çevirdim, hâlâ adam orada. Komik eşofmanlar giymiş, darmaduman yağlı saçlar, kirli sakal, elinde bira, küçücük bi adam.
Fazla dışarı çıkmazken ve Berlin'de daha ilk ayımı yeni idrak etmişken bu cidden sürpriz oldu. Bütün gece atlatamadım desem yeridir! :)

3 Kasım 2009 Salı

Los Abrazos Rotos

Bir miktar saçmalık olabilir ama Almanca altyazıyla İspanyolca bir film izledim. Düşündüm ki, eninde sonunda Almodovar, ne kadar zor olabilir; biraz da Fransızcaya güvenerek kavrarım herhalde anafikri dedim. (Zaten sinemanın söze yaslanması nedir efenim, görüntüler konuşsun, değil mi :)
Gerçekten de gayet anladım ve eğlendim. Güzel bir kadın, aşk, melodram, süper sahneler. Yetiyor.
İşin garibi tabii ki Pedro Masumiyet Müzesi'ni okumaksızın filmi çekmiştir ama, bence Orhan kitaba talip olan sinemacılara gönül rahatlığıyla "zaten uyarlandı" diyebilir...

2 Kasım 2009 Pazartesi

Staatsbibliothek (StaBi)

Geçen hafta kapsamlı bir tanıtım turuna mazhar olduktan sonra bugün ilk kez gidip meşhur kütüphanede çalıştım. Berlin'de her şey gibi kütüphanenin de duvara dair bir tarihçesi var. Uzun uzadıya anlatmak zor ama neticede iki tane StaBi var ve benim çalıştığım 70'lerin sonunda açılan Batı Berlin'deki kısım (Potsdamer Straße).
Kütüphane, yekpare denilebilecek büsbüyük bir okuma salonundan (Lesesaal) müteşekkil ve bu koca alanda yüzlerce insan, küçük masalarda sessiz sessiz çalışıyor. (Ses-sükût ikilemindeki ironiye bakın ki kütüphanenin mimârı aynı zamanda caddenin karşısına denk düşen filarmoni binasını da tasarlamış!)
Kendi gözlerinizle göremiyorsunuz ama kütüphanenin koleksiyonu 10 milyon kitap kadarmış! Yani, bu cennette bir şeyi arayıp da bulamamak istisnaî. İç seslerinizi dinleyip, gönlünüze sükûn ihsan eyleyen melekler de cabası :)

1 Kasım 2009 Pazar

BVG.de

Berlin epey büyük bir şehir. Ama yine de bir yerden bir yere gitmek oldukça kolay. Hem metro, tren, otobüs ağı inanılmaz yoğun hem de Berlin'in toplu taşıma şirketinin (Berliner Verkehrsbetriebe, BVG) müthiş kullanışlı bir internet sitesi var.
Şehre yeni geldiğimde enstitü sekreterinden ev arkadaşıma herkes kullanmamı önerdiği halde ben Paris alışkanlığıyla sadece metro durağını bilmek yeter diye düşünerekten pek oralı olmamıştım. Halbuki burada metro istasyonları arasındaki mesafeler uzak (yani soğuklar bastırdıkça metro çıkışı yürüyüp donmamak için otobüse binmek mecburi olabilir), üstelik metro genellikle 10 dakikada bir oluyor.
Dolayısıyla gideceğiniz yerin adresini ve ne zaman orada olmak istediğinizi yazıp, BVG'nin size önerdiği en çabuk yolu seçip, evden kaçta çıkacağınızı ona göre ayarlamakta fayda var. Bu gidişle korkarım ben de pünktlich Almanlardan olabilirim... :)